31 Ekim 2011 Pazartesi

Happy Halloween!

30 Ekim 2011 Pazar

Cadde'deki yenilikleer no.5

Yine bir Cadde'deki yenilikler postuyla karşınızdayım, hem de oldukça kısa bir süre sonra :)

  • Öncelikle frozen yogurt sevenlere müjde! Yoort kapandı amaa eski Mango'nun yerine Pinkberry Frozen Yogurt açılıyor. Kendileri 2005'te açılmış LA merkezli uluslararası bir firma, Ağustos ayı boyunca Kanyon'un önündeki pop-up bıdısında servis veriyorlardı, belki oradan hatırlarsınız.
  • Cafe Crown Caddebostan, Caribou Coffee olmak üzere kapanmış durumda. Bunu şu yazıda belirtmiştim zaten: Starbucks'a Rakip Mi Geliyor?
  • Suadiye'ye Gizia açılıyor, Remzi Kitabevi'nin karşısına.
  • Stefanel'in yanına "Bath and Body Works" açılıyor.
  • Goldaş kapanmış, yerine ne açılacak şu anda meçhul.
  • Erenköy'de kapanan Home Store, Caddebostan'da açılmış tekrardan ama cafesini bırakmış, sadece mağaza olarak. Ted Lapidus'un bir mağaza yanında.
  • Erenköy'deki Lastik Pabuç şubesi de kapanmış. Zaten oldukça yanlış bir yer seçimiydi. Çünkü bulundukları apartman her ne kadar Cadde üzerinde olsa da Cadde ile alakası az bi apartmandı çünkü fazla gerilek bir bina. Neyse, yeni şubelerini açmışlar ama, Cadde'yi Lastik Pabuç'suz bırakmamışlar yani; Caddebostan'daki Pelit'in hizasına açmışlar.
  • Baya oluyor ama Şaşkınbakkal'da Boyner'in girişinde solda Hot Spot adında büfe/cafe gibi bir yer açılmış. Aslında büfe gibi ama Cadde usulü bir büfe olmuş. Önüne de masa-sandalyeler atmışlar yani Cadde'nin en işlek yerinde oturup bir şeyler yiyip içip bir yandan da gelen geçeni izleyebilirsiniiz.
Bu arada fark ettiniz mi son birkaç yenilikler postumda hep ama hep Caddebostan'a bir şeyler açılıyor. Cadde Göztepe'ye doğru genişliyor yavaş yavaş.

Bebek Upper Crust'landı

Upper Crust Pizza'yı daha önce kaçınız duymuştu? 2009'da ilk şubesini Beşiktaş'ta açan bu pizzacı aslında ABD'den bize ithal. Boston kökenli bu pizzacı birkaç kez Boston'ın en iyi pizzacısı olarak ödül almış, yani mevzubahis pizzacımız ödüllü :)

Bebek şubesi
Beşiktaş'taki şubesi oldukça küçük ve çok saçma bi yerdeydi bence. İlk açıldığında merak etmiştim ama Beşiktaş öğrenci popülasyonu açısında yoğun bir yer olsa da, normalde insanların buluşmak için tercih ettiği bir yer değil yani; ben Cadde'ye, Nişantaşı'na nereden bileyim bi Bebek'e falan açılmasını beklerdim. Ancak Bahçeşehir Üni. öğrencileri için süper olmalı, direkt okullarının karşısında.

Fakat 2.5 yıl sonra da olsa mantıklı bir karar verip Bebek'e ikinci şubelerini açmışlar. Bu şekilde bilinirlikleri daha çok artacak diye düşünüyorum, zira şimdiden birkaç arkadaşım Upper Crust Pizza'yı Bebek şubesiyle keşfetmişler, twitter'daki yorumlarından fark ettim :)

Tavsiye isterseniz Rıfat'ın Acılı Pizzası olsun. Yeri de, House Cafe'nin yanında. Afiyet olsun :)

29 Ekim 2011 Cumartesi

Cumhuriyet Bayramı'nız kutlu olsun :)

Bağdat Caddesi, 29 Ekim 2011

Kulaklıklarınız ne kadar lüks olabilir?

Molami bunun yanıtını oldukça güzel veriyor bence!

Tesadüfen az önce gördüğüm Molami adlı markanın kulaklıkları cidden lüks bir kulaklık nasıl olur onu tanımlıyor. Stockholm merkezli Molami firması dünya çapındaki lansmanını 19 Ekim'de Antwerp'te yapmış. Ama henüz tamamen launch edilmiş bile değil, Kasım ayında başlıyor asıl lansman, siz de ilk öğrenenlerden oldunuz, sitede hala geri sayım var.


Firma da zaten 2011'de kurulmuş, yepyeni bir marka var yani karşınızda.

Peki bu kulaklıkların özelliği ne mi? Tasarım açısından muhteşem bulmadım -evet bazıları çok güzel- ama asıl detay kullanılan malzemeler; siyah ve beyaz nappa derisi, stingray, ipek ve 18 karat altın plakalar ile beyaz ve sarı altın detaylar. Eh, tabii bu malzemeler ve üstüne minimalist dizaynın fiyatı £150 - £400 olunca şaşırmıyor insan. Yani en pahalı modelleri 1.000 TL'nin üzerinde. Evet, bence saçmalık bir kulaklığa bu kadar para vermek ama işte bu da Vertu telefonlarıyla aynı kategoriye düşen bir lüks.

En beğendiğim bu sanırım.


Bu da çok güzel duruyor, derinin yumuşaklığını fotoğrafa bakarken bile hissedebiliyorsunuz sanki.



İnternet sitelerinden daha detaylı inceleyebilirsiniz www.molami.com/ (launch edildiğinde tabii, henüz üstte koyduğum ekran var)

Güneşgözlüğü demişkeen: Karen Walker S/S2012

Karen Walker'ın launch ettiği yeni S/S2012 güneşgözlükleri serisi Brand New Critters'ın fotoğraflarını gördüm az önce ve (bu sözcüğü kullanmaktan sıkıldım artık ama) ba-yıl-dım!

O kadar yaratıcı bir fikir kullanmış ki! Zaten gözlükleri de her zaman süper, çok yaratıcı gözlükleri var; bu campaign fotoları da gözlüklerdeki yaratıcılığı tamamlar nitelikte olmuş!






Bu paspasın gözlükle kombinasyonu bana bi çizgi film karakterini hatırlattı, ama hangisi çıkaramadım :)


Böyle yaratıcı, farklı fikirleri seviyorum.

Selima Optique'le tanışmış mıydınız?

Yoksa ismi size de yabancı mı?
Bugün "Crazy, Stupid, Love" filmini izlerken Ryan Gosling'in gözlüklerine bayıldım ve merakla google'lamaya başladım. Ray Ban'in bir modeli sandığım gözlükler, Selima Optique adlı hiç tanımadığım/duymadığım markanın Anthony model gözlükleri çıktı.

Filmden kare no.1 / Gözlük: Anthony

no.2

no.3

Ryan Gosling, Letterman'a çıkmadan önce

Acaba ben mi daha önce duymadım diye düşündüm ama sanmıyorum çünkü pek yayılmış değil, ama anlaşılan şu son 2-3 yıldır yükselişte; birçok moda, alışveriş dergisi sayfalarına/photoshootlarına taşımış. Hatta Ryan Gosling'in de sponsoru olmuşlar sanırım, "Crazy, Stupid, Love"dan sonra "Drive" filminde de Selima Optique gözlükler takmış Gosling.

Marka bu arada pahalı bir marka, mesela o filmdeki Anthony model gözlükler 385$ ki neredeyse bir Gucci, Prada gözlük fiyatında.

Toplamda da 7 şubesi varmış: 4'ü NY'da, 2'si Paris'te, 1 tanesi de LA'de. İlk mağaza 1993'te açılan Soho şubesiymiş, Paris'te de 1998'de Paris'in hip bölgesi Marais'de açmış ilk yurtdışı şubesini.

Soho mağazası, içerisi gayet şık ve hoş duruyor.

Soho mağazası, çok classy

İlerleyen yıllarda bu markayı daha sık duyacağız ve daha çok kişi bu markayı öğrenecek gibi geliyor bana.

S/S2012 çekiminden, fotolar çok havalı değil mi? Bayıldım.



Bunlar da markanın katalog fotoğrafları. İşte bunları aşşşırı beğendim. Çok esprili, zekice ve şık olmuşlar.








Beğendiğim modellerden birkaçını da paylaşayım bari :)

Alex, unisex, 360$

Amanda, 360$ (aslında bu modele çok benzeye bir Ray Ban'i bir arkadaşımda görmüştüm.)

Anthony, 385$ (bu gözlük de unisexmiş bu arada)

Rivington, 250$ (aslında bu daha hoş geldi Anthony'den)

Baya uzun bir post oldu ama tuttum bu markayı, takibime aldım.
Son olarak da bu da markayı yaratan ve ad veren Selima Salaun:

 
Selima Salaun, kızı ve köpeği.

27 Ekim 2011 Perşembe

Starbucks'a rakip mi geliyor?

Ülker Grubu’nun sahip olduğu Cafe Crown’ın yüzde 50’si Kuveytli Al Sayer Grubu’na satılmış ve bir yıl içerisinde ise Cafe Crown mağazaları Caribou Coffee’ye dönüşecekmiş. Hatta sanırım ilk dönüşecek mağaza Caddebostan'daki Cafe Crown olabilir çünkü kapanmış ve Caribou Coffee ilanları asılmış bile.

Caribou Coffee neymiş diye araştırdım, meğer ABD'de Starbucks'tan sonra 2. kahve retailer'ı imiş. Yalnız bu nasıl oluyor anlamadım çünkü sadece 16 eyalette varmış. Bu arada bu eyaletler de ABD'nin ortasındaki eyaletler (bunlar için bi tanım vardı ama hatırlayamadım) yani öyle California'da, New York'da, Florida'da falan yok. Alabama, Indiana, Kansas, Nevada gibi gibi eyaletlerde varlar. Dünyada da Arap ülkeleri (Kuveyt, Bahreyn, Ürdün, Katar, Umman, Lübnan, BAE, Suudi Arabistan) ve Kore'de var. Bana hiç cool gelmedi açıkçası bu lokasyonlar sonucunda (sığ bi yorum ama öyle :D)


Sanırım geyikten dolayı, çok kanadyen bir hava verdi bana bu foto :)

Fakat internet sitesinden menüsüne baktım; içecek menüsü oldukça zengin duruyor, özellikle de çay latteler: Caribou Menü

Deneyip görmek lazım ama zaten Cafe Crown'a da gitmezdim, buranın da müdavimi olacağımı sanmıyorum. Acaba kaderi Barnie's ve Costa gibi Türkiye'den ayrılmak mı olacak, yoksa Gloria Jean's ve Caffe Nero gibi kalıcı mı olacak? Hep beraber göreceğizz.

True Blood, TV'de şiddet ve Yeni Vampirler

Son birkaç haftadır çılgıncasına True Blood izliyorum, sezonları art arda devirdim. İlk sezonun başlarında biraz sıkıldım ama sonradan fena sardı ve şu an dördüncü sezonun sonundayım! Ama 4. sezonda dizinin fazla saçmaladığını üzülerek söylüyorum. Yani tamam zaten vampir dizisine başlarken sıradışı olaylar olacağının farkındayız ama yani 4. sezonun, 9. bölümü ve itibariyle artık baya saçmaladı, hatta beni sıktı. Acaba art arda sezonları izlediğimden mi sıkıldım diyorum ama sanmıyorum. Saçmalamaya başlayan dizilerde bence bir "Melekler Adası eşiği" var ve o eşik aşıldıysa eğer geri dönüşü çok zor, saçmalamanın ardı kesilmeyebiliyor. Göreceğiz bakalım 5. sezonda nasıl olacak.

true blood, sookie, vampire bill,

Bu arada True Blood'ı izlerken beni düşündürdü. Bu dizi tamam güzel ama o kadar çok şiddet, erotizm sahnesi var ki! Muhafazakar biri katiyen değilim, biraz çıplaklık, seks sahnesi falan rahatsız edecek biri de değilim ama bu dizide AŞIRI fazla seks sahnesi, çıplaklık var, neredeyse pornografik. Hani uyarılar olur ya; bu dizide de extreme nudity ve exteme violence var.
Şiddet derken, vampirlerin kan emme sahneleri, birilerinin ölümü vs. Mesela en son 4.sezon 10.bölümde bir vampir bir insanın kalbini çıkarıverdi, bir kadına ateş açıldı alnından vuruldu, vampirlerin insanların kan emmesi zaten insanların yürümesi kadar sıradan bir sahne. Kısacası çok yoğun şiddet ve erotizm var.

true blood, sookie and eric, sookie and eric naked, sookie and eric in bed, true blood nude
İnanın, True Blood için bu kapalı bir sahne

Peki, bunun ne gibi bir sorunu var? Olay şöyle: Geçen yıl DOT'un Punk Rock oyununa gideceğim zaman yorumlarda hep çok çarpıcı, şoke edici olduğunu okumuştum ama oyun sonrası açıkçası o kadar da çarpıcı bulmamıştım. Oyun çıkışı o zaman çalıştığım dergi için ekip ve yönetmen Rıza Kocağolu'yla röportaj yaparken de bu yorumumu söylediğimde bana adamın verdiği yanıt şuydu: En çarpıcı olan şey, senin bunu çarpıcı bulmaman, çünkü TV'lerde, gazetelerde şiddeti, ölümü, vahşeti o kadar kanıksamışız ki artık bir oyunda bir arkadaşın az önce konuştuğu arkadaşını vurması çarpıcı gelmeyebiliyor."
Bu diziyi izlerken de işte bu yorumu düşündün, bu kadar yoğun şiddet sahnelerine maruz kalıyorken, sonra niye bazı olaylar karşısında gerektiği kadar şoke olmuyoruz, çok şaşırtıcı kalmıyor ne yazık ki...

true blood, true blood naked, true blood nude
Çok contoversial olan Rolling Stones kapağı

True Blood'ı izlerken düşündüğüm bir diğer şeyse, şu son yıllarda deliler gibi artan vampir dizi ve filmleriyle oluşan yeni vampir kavramı: işte Twilight'taki gibi güneşte durabilen, True Blood'daki gibi haçtan sarımsaktan vs etkilenmeyen vampirler. Yavaş yavaş daha "insani" yeni bir vampir profili çiziliyor, farkında mısınız :)

Bu arada çok mal olsa da Tara'yı eğlenceli bulan tek ben miyim :)

23 Ekim 2011 Pazar

Türk Pasaportu vizyonda!

2. Dünya Savaşı'nda Avrupa'da görevdeki Türk Diplomatların, Nazi zulmünden kaçmalarına yardım ettiği Yahudilerin Türkiye'ye gelişini anlatan Türk Pasaportu adlı belgesel cuma günü vizyona girmiş!

Birkaç ay önce bu film hakkında bi yerde okumuştum ve oldukça ilginç gelmişti, hatta sanırım HaberTürk'te de kurtulanlardan yaşlı bir beyefendi ile bir röportaj vardı orada da izlemiştim ve oldukça merak ediyordum.
1943 ve 1944 yıllarında Türk diplomatların girişimleriyle organize edilen trenlerle, Paris’ten yola çıkan Türk asıllı Musevilerin umuda yolculuğu tüm Nazi Avrupasını geçerek İstanbul'a ulaşmaları, ve toplam 14 tren yolculuğu ile 1.500’ün üzerinde Türk asıllı Musevi’nin kurtuluş öyküleri anlatılıyor belgeselde.

Filmin ilk gösterimi 64. Cannes Film Festivali’nde gerçekleştirilmiş, Colorado’da yapılan Moondance Uluslarası Film Festivali’nde “En İyi Belgesel” ödülü, California Yosemite Uluslararası Film Festivali “En İyi Belgesel” dalında John Muir ödülününü almış. “Türk Pasaportu” ayrıca, Lucerne Uluslararası Film Festivali tarafından “Show Case”e seçilmiş.


İlk olarak Ayşe Kulin'in "Nefes Nefese" kitabında öğrenmiştim Türk Diplomatların yardımlarını ve bu yardımları daha önce bilmediğim için çok ilgimi çekmişti bu nedenle filmi de çok merak ettim!

Belgeselin fragmanı:

22 Ekim 2011 Cumartesi

KlipAnaliz: Aşk Kaç Beden Giyer

Hadise sonunda birkaç aylık süreden sonra ikinci klibini yayınladı. "Aşk Kaç Beden Giyer" albümünün çıkış parçası Superman'e klibi Nisan'da çektiğini düşünürsek, 6 aylık bir süre özellikle Türk müzik sektörü için oldukça uzun bir süre. Mesela, başka bir popçu olsa yazın kesin 1-2 klip daha atardı ortaya, bu aylarda da slow bir şarkıya klip çekerdi, yani normali böyle (normal derken diğer Türk şarkıcıların normali)

Mesela Temmuz-Ağustos'ta Aşk Kaç Beden Giyer'e, şimdi de Melek'e klip çekmiş olabilirdi.
Belki farklı bir strateji uyguluyordur ya da kısaca bütçe meselesi...


Klibe gelirsek: Klibi beğenmedim. Son dönemde artan "kaliteli gözüken ama kaliteli olmayan klip" örneklerden bir adet daha.
Ne demek mi istiyorum? Yani görüntü kalitesi, ışık kullanımı iyi, güzel, hatta belki süper ama klibin kendisi değil.

Klipten görüntüler
Hadise, bu klibinde çok iyi bir koreografi planlamamış, toplamda 4-5 plan var ve Hadise'yi o planlarda, farklı kostüm ve hallerde görüyoruz, durum budur. Yani durum, klasik Türk klibi durumudur tek farkı dediğim gibi klibin kaliteli gözükmesi ve -hakkını yememek lazım- eli yüzü düzgün olması. Böylece de standardın üzerinde bir Türkçe pop klibi oluyor elbette ki.

Buyrun klip burada, yönetmenliği bu arada Hadise'nin aynı zamanda menajeri olan ablası Hülya Açıkgöz yapmış.

Gelsin Guinness'ler Gitsin Leffe'ler

Yihuuu diyelim bakalım! Yurtdışında severek içtiğimiz ama Türkiye'de olmayan ve hasret kaldığımız biralar birer birer Türkiye'ye geliyor! :)

Geçen haftalarda Tuborg'un İrlandalıların meşhur Guinness birasını getireceğini öğrendikten sonra baya sevinmiştim çünkü bira çok sevmeyen biri olmama rağmen Guinness'e bayılıyorum hatta, çok az da olsa, biraz andırıyor diye eğer bira içeceksem Efes Dark içiyorum.
En yakın zamanda Taksim'deki James Joyce Irish Pub'a gitmek gerekli oldu! :)


Şimdi de Tuborg, Leffe ve Hoegarden biralarını da getirteceğini açıklamış. Önce fıçı olarak gelip pub'lara dağıtılacakmış, daha sonra şişe olarak da satışa geleceklermiş. Bu biraları daha önce denemiş değilim ama çeşidin artması ve deneyebilmek için yurtdışına gitmeye gerek kalmaması güzel bir şey tabii :)


Ayrıca Schneider Weisse, Çeklerin Staropramen birası ve İngiliz ale’lerinin en ünlülerinden Marston’s Pedigree de Türkiye'ye gelmiş. Staropramen ve Marston's Pedigree'yi bilmem ama Schneider Weisse de iyi haber çünkü malum weissbier bulmak çok zor Türkiye'de :)

Şerefe!

21 Ekim 2011 Cuma

Dizilemek istiyorsanız: Downton Abbey

Pazartesi günü Downton Abbey adlı 2010 yapımı İngiliz dizisini izlemeye başladım. Daha önce bu yılki Primetime Emmy ödüllerinde birçok ödül aldığını duymuştum ve "Acaba nasılmış" deyip, bu aralarki dizi izleme merakımın etkisiyle de izlemeye başladım.

İlk bölüm aldıkça ağır ilerledi, biraz sıkıcı hatta daha doğru olacak, "dull" geldi. Ama işler 2.bölümden sonra değişti, diziye hem adapte oldum hem de akışı hız kazanmasa da dizinin içine merak girdi ve dizi akıp gitmeye başladı. Gerçekten!
Ve bir de baktım dizi bitivermiş! Neyse ki, 2. sezon İngiltere'de başlamış bile, böylece hasret pek uzun sürmeyecek. Tabii dizinin bir "mini-series" olması ve ilk sezonun 7 bölüm olmasından yola çıkarsak, 3. sezona kadar oldukça bekleyeceğiz...

Diziyle ilgili ilginç bir nokta ise; Guinness Rekorlar Kitabı'na "eleştirmenler tarafından en çok beğenilen televizyon programı" olarak girmiş. Bu da iyice merak ettirecektir sizi diye düşünüyorum :)
Emmy'lerde de kırıp geçirmiş bu arada:



Konuyu da, Birinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde İngilitere'de soylu bir ailenin evi üzerinden aristokrat ailenin ve hizmetçilerinin hayatı şeklinde özetleyebiliriz. Dönem dizi sevenleri oldukça tatmin edecektir :)


Bir de dip not: Diziye ilerleyen bölümlerde bir de Türk karakter giriyor: Osmanlı diplomatı Kemal Pamuk. Bu da merak katsayısını artırır diye düşünüyorum :)
Bu arada senarist bu Türk diplomat hikayesinin gerçek olduğunu söylemiş. Fakat senaristin o dönemde (1910'lar) Türklerde soyad diye bir olay olmadığını bilip de, hemen bildiği Türk olan Orhan Pamuk'un soyadını yerleştirivermeseymiş keşke :)

İyi seyirler!