Havalar daha tam belli etmese de sonbahar geldi/geliyor, herkes şehre döndü, buzlu kahvelerden sıcak kahvelere geçiş başladı, İstanbul'da etkinlik takvimi tam gaz; Filmekimi, İstanbul Moda Haftası, Sensation, Tasarım Bienali, konserler, sergiler falan filan. Artık keyifleri yaşama moduna girdi yani İstanbul, buyrun benden birkaç sonbahar tavsiyesi:
Sinemalar! Filmekimi yeni bitti ama vizyona da güzel filmler gelmeye başladı. Mesela Woody Allen'ın yeni filmi "Roma'dan Sevgilerle" (To Rome With Love) veya Meryl Streep'li "Hope Springs" gibi mırıl mırıl, sevimli, iç ısıtan filmler izleyebilirsiniz mesela.
Veya tiyatro da güzel fikir, hem de Dot'un yeni sezonu başlamışken! Dot'un yeni oyunu Sarı Ay başladı, bu sefer diğer Dot oyunlarına göre daha az vurucu ve daha komedi öğelerinin baskın olduğu söyleniyor bakalım nasıl. Baya merak ediyorum gideceğim bakalım inşallah ama Ekim oyunlarına biletler bitmiş bile! Fakat Kasım takvimi açıklanmış, bence kaçırmayın.
Ayrıca Dot Sezon Kartı da alabilirsiniz. Bu kart ile 2012-2013 sezonundaki 3 oyun için 120 TL'ye bilet alabiliyorsunuz, ayrıca Dot'un kafesi Pop-Up'ta da sezon boyunca %15 indirim sağlıyormuş. (Kart satışı 15 Kasım'a kadarmış)
Sonbahar'da konsere gidin! İstanbul bu yıl konsere tam anlamıyla doydu denebilir. Yaz başından beri neredeyse her hafta dünyaca ünlü isimler konser veriyor ama artık bu sıradan bir hal aldı denebilir. Kasım'da da Jennifer Lopez, Enrique Iglesias gibi isimler var. Hatta belki fark etmişsinizdir JLo için çılgın bir talep var, öyle ki 2.ek konser bile tükendi! Şimdi 14 Kasım'a üçüncü konser tarihini koydular.
Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
19 Ekim 2012 Cuma
Sonbahar keyifleri geldi, İstanbul'da neler yapmalı?
Etiketler:
Bienal,
DOT,
Enrique Iglesias,
İstanbul,
Jennifer Lopez,
Karaköy,
Konser,
Kültür-Sanat,
Monet,
Müze,
Pera Müzesi,
Sakıp Sabancı Müzesi,
Sergi,
Sinema,
Tiyatro,
Woody Allen
30 Mayıs 2012 Çarşamba
Merhaba, Cannes Film Festivali'nden bildiriyorum!!
Cannes: Festival turizmi nedirin örneği!
Her yer aşırı kalabalık, aşırı canlı, her milletten gazeteci var insanların çocuğunun boynunda press kartları, her milletten turist var ve de Paris Moda Haftası sırasında millet nasıl aşırı şık ve tarz idiyse, burada da herkes bi ayrı özenli, havalı havalı yürüyor sokaklarda. Her köşe başından bir ünlü çıkabilir havasında -ki çıkıyor da! Ama bunu daha sonra anlatacağım, hem heyecan olsun :)
Öncelikle dediğim gibi herkes aşırı şık! Basınla festivalle alakası olmayan normal gezmeye gelen insanlar bile (ki artık Avrupa'nın mı Fransa'nın mı dünyanın mı bilemeyeceğim ama zengin ve üst kesimden festival nedeniyle Cannes'a gelen çok insan varmış) çok stil, tarz, özenli vs. hatta az sonra galaya girseler, kırmızı halıda salınsalar olur; kimse fark etmez bile.
Cannes da zaten zenginlere oldukça hitap ediyor; mesela deniz kenarındaki uzuuun cadde Boulevard de la Croisette'te zaten sıra sıra en lüks markalar var, ne ararsanız ama! Ben mesela daha önce hiç Vertu mağazası görmemiştim, ilk burada gördüm. D&G, Prada, Cavalli vs vs. yani siz içinizden devamını getirin onlar var zaten orada.
Aynı caddede bir sürü brasserie ve restaurant da var ve en uygun fiyatlısı bile yine de pek uygun kalmıyor. Mesela en uygunlarında bile ana yemekler 20 euro'dan başlıyor. Buradaki kafelerde ünlü isimleri yakalayabilirsiniz ;)
Deniz kenarı kısmına geçerseniz plajın yanında beach clublar var. Mesela meşhur Nikki Beach gibi, yine baya meşhur olan Baoli gibi. Buralarda festival zamanı hep özel partiler olmuş, kapıda güvenlik kuş uçurtmuyordu. Bu mekanlar tam bizim Türkbükü beachleri tarzında ama bir tık daha üstü, baya high society.
Vee geleyim asıl bombalara, hani yazının başında azzzz sonra yapmıştım işte geliyor!! Croisette'te yürürken sıradan bir apartmandan Alec Baldwin çıkıverdi!! Ben anlamadım başta çünkü saçlarını boyatmış ama cidden oydu! Uzun süre eblek eblek algılamak için baktım, adam gülümseyip poz verdi fotoğrafa! "Can we take a photo" diye sormayı da ihmal etmedim tabii ama "Sorry, I am already late for a screening but thank you" dedi ve gitti Alec Baldwin. Valla hiç böyle bir cevap vermesini beklemiyordum haha.
Etiketler:
Alec Baldwin,
Cannes,
Cannes Film Festivali,
Daniel Radcliff,
Eric Dana,
Festival,
Fransa,
Gezi,
Kırmızı Halı,
Ödül Töreni,
Sinema,
Yurtdışı
31 Ocak 2012 Salı
Entourage hayranları sıkı durun: Entourage the movie geliyor!
Eveet yanlış okumadınız, Entourage'ın filmi gelecekmiş çok yakında. Bu her fenomene dönüşmüş Amerikan dizisinin arkasından yapılan bir geyik olsa da (bkz.: Friends, Sex and the City, Will&Grace, Seinfeld vs.) belki Entourage da SATC gibi filmine kavuşur.
Bu film açıklamasını ise Late Night with Jimmy Fallon'a katılan Entourage oyuncusu Jeremy Piven yapmış. Daha önce Jerry Ferrara da Eylül'de CNN'e film konusunda umutlu olduğu tarzında açıklamalar da bulunmuştu.
Yaani işin özü Entourage'ın filmi geliyor bence, ki gelmeli de yani hem artık SATC the Movie gibi başarılı bir örnek de var yapımcıların önünde; dizileri filmle devamlama konusunda daha cesur olabilirler hem hayranlar da sevinir :)
16 Ocak 2012 Pazartesi
International Film Star Meltem Cumbul
Meltem Cumbul malumunuz Altın Küre Ödülleri töreninde çıkıp bir konuşma yaptı ve yerden yere vuruluyor, yok böyle konuşma mı olurmuş, yok niye çıktı, yok o kıyafet nedir falan filan.
Ben açıkçası beğendim Meltem Cumbul'un konuşmasını. Los Angeles'ta kaldığı dönem edindiği bağlantıları iyi bir şekilde kullanarak hem geçen yıl Altın Küre'de izleyici olarak bulundu hem de bu yıl konuşma yaptı. Evet başta "Yabancı Dilde En İyi Film" ödülünü sunacak dendi ve sonra patladı ama yine de bu sade konuşma bile -hitap ettiği kitlenin büyüklüğü ve sadece o salonda o kadar Hollywood yıldızına konuşmak bile- büyük bir başarı. Tabii, çok mu anlamlıydı konuşma, hayır. İnsanlar Meltem Cumbul kimmiş öğrendi mi, veya anlam çıkardılar mı pek zannetmiyorum.
Konuşmasında Atatürk'ten "Yurtta sulh cihanda sulh" demesi, Türkçe "iyi akşamlar" demesi hoş şeyler tabii. Anlamsız bulanlar çok var, ama ben düşündüm yani öylece sahneye davet edilip 2 dakika konuşma yap deseler, daha anlamlı bir şey ne söylerdim bilemiyorum. Kıyafete gelecek olursak da, evet o harcadığı miktara çok daha şık bir şekilde bulunabilirmiş törende.
Fakat bu durumun Türklerin gururlanmasını gerektiren bir şey olmadığını düşünüyorum. Hoş bir olay ama en çok bundan faydalanan Meltem Cumbul oldu. Kendisini tebrik ediyorum. Umarım yurtdışı film proje tekliflerinde bir nebze artış vs sağlayabilmiştir.
Ben açıkçası beğendim Meltem Cumbul'un konuşmasını. Los Angeles'ta kaldığı dönem edindiği bağlantıları iyi bir şekilde kullanarak hem geçen yıl Altın Küre'de izleyici olarak bulundu hem de bu yıl konuşma yaptı. Evet başta "Yabancı Dilde En İyi Film" ödülünü sunacak dendi ve sonra patladı ama yine de bu sade konuşma bile -hitap ettiği kitlenin büyüklüğü ve sadece o salonda o kadar Hollywood yıldızına konuşmak bile- büyük bir başarı. Tabii, çok mu anlamlıydı konuşma, hayır. İnsanlar Meltem Cumbul kimmiş öğrendi mi, veya anlam çıkardılar mı pek zannetmiyorum.

Fakat bu durumun Türklerin gururlanmasını gerektiren bir şey olmadığını düşünüyorum. Hoş bir olay ama en çok bundan faydalanan Meltem Cumbul oldu. Kendisini tebrik ediyorum. Umarım yurtdışı film proje tekliflerinde bir nebze artış vs sağlayabilmiştir.
Etiketler:
Altın Küre,
Hollywood,
Meltem Cumbul,
Ödül Töreni,
Sinema
18 Aralık 2011 Pazar
Film tavsiyesi: Letters to Juliet
Dün gece Digiturk'te "Letters to Juliet" filmini izledim ve baya beğendim, romantik filmleri sevenleri de tatmin edecektir :)
Ben aslında romantik film fan'ı değilim ve bundan ziyade filmin İtalya'da geçmesinden dolayı beğendim çünkü hem film İtalya'da çekildiğinden hem de üstüne yaz mevsiminde çekilmişken muhteşem manzaraların görüntülerine hayran hayran bakıyorsunuz. Zaten ben böyle Fransa'da, İtalya'da falan geçen Amerikan filmlerine bayılırım çünkü öyle güzel gösteriyorlar, öyle idealize ediyorlar ki, insan filmden çok lokasyonları hayran hayran izliyor.
Filmin konusu ise biraz klişemsi: Nişanlısıyla İtalya'ya tatile gelen Amerikalı kız, Romeo ve Juliet'in kasabası Verona'da gezerken, Juliet'in evine kızlar tarafından bırakılan aşk mektuplarına yanıt yazan kadınların çalıştığı (bizim Güzin Abla gibi) ofisi buluyor ve orada onlara yardımcı oluyor falan vee 40 yıl önce yazılmış ama yanıtlanmadan unutulmuş bir mektubu yanıtlıyor.
Ben aslında romantik film fan'ı değilim ve bundan ziyade filmin İtalya'da geçmesinden dolayı beğendim çünkü hem film İtalya'da çekildiğinden hem de üstüne yaz mevsiminde çekilmişken muhteşem manzaraların görüntülerine hayran hayran bakıyorsunuz. Zaten ben böyle Fransa'da, İtalya'da falan geçen Amerikan filmlerine bayılırım çünkü öyle güzel gösteriyorlar, öyle idealize ediyorlar ki, insan filmden çok lokasyonları hayran hayran izliyor.
Filmin konusu ise biraz klişemsi: Nişanlısıyla İtalya'ya tatile gelen Amerikalı kız, Romeo ve Juliet'in kasabası Verona'da gezerken, Juliet'in evine kızlar tarafından bırakılan aşk mektuplarına yanıt yazan kadınların çalıştığı (bizim Güzin Abla gibi) ofisi buluyor ve orada onlara yardımcı oluyor falan vee 40 yıl önce yazılmış ama yanıtlanmadan unutulmuş bir mektubu yanıtlıyor.
26 Kasım 2011 Cumartesi
Radara düşenlerden kısa kısa
Sıla'nın "Boş Yere" şarkısını radyoların deliler gibi çalmasıyla geç de olsa keşfettim. Normalde de Sıla şarkılarını pek sevmem, fazla arabesk gelir bana ama bu şarkısını beğendim. Baya hüzünlü olmuş.
Klip de güzel olmuş, çok güzel görüntüler var, mekan da Santorini olunca. Amaaa şarkının hüznüne aksi bir hava var klipte; Sıla hanımkızımız bronz bronz Santorini tepelerinde, sokaklarında endam ediyor. Tamam, gülüp dans etmiyor ve klip güzel olmuş ama yine de pek uymamış bence. Ama şarkıya kesin kulak verin.
Bu aralar diğer favori şarkım da Murat Boz'dan "Geri Dönüş Olsa". Ipod'umdan sürekli dinleyip, "geri dönüş olsaaa kalp sana geri dönmez miii" diye dolanıyorum, şarkının müziğini baya beğendim ki zaten şarkının müziği ve düzenlemesi Erdem Kınay'dan çıkmış, şaşırmamak lazım. Fakat klibe hiç girmiyorum, çok alakasız ve vasat olmuş.
Dün Sarah Jessica Parker'ın "I Don't Know How She Does It" filmini izledim. Eğer eğlenceli, aklınızı dağıtacağınız bir film izliyorsanız, ideal. En azından saçma salak bir film değil. Fakat doğru düzgün bir konusu da yok, sanki dizi bölümü gibi, böyle tanımlayamadığım bi saçmalığı vardı.
Filmde, Sarah Jessica Parker'ın da olmasıyla tabii böyle bi Sex and the City havası aldım. Tabii evli, çocuklu ve corporate kariyerli versiyonu. Bi de Sex and the City'nin ilk sezonunda böyle yan karakterler, sokaktan geçenler kameraya konuşurdu reality-showdaymış gibi; bu filmde de SJP'nin karakteri hakkında öyle yorum falan yapıyordu filmdeki yan karakterler vs, o açıdan da benzettim. Bir de filmdeki Momo karakterini çok sevdim, nedense böyle Momo gibi biraz çatlak, bazen soğuk tipler filmlerdeki dizilerdeki favori karakterlerim oluyor.
Twilight'ın ciddi bir fan kitlesi var Türkiye'de. Geçen hafta 450.000'e yakın bilet satılmış, baya şaşırttı beni. Yani biliyordum Twilight delisi kitleyi ama bir haftada 500.000'lik rakam yakalatacak bir kitle beklemiyordum. Benim ise ilgimi çekmiyor bu seri. Aslında ilk filmi baya beğenmiştim hatta ilk kitabı da almıştım (gerçi yarısında bayıp bırakmıştım) ve -evet itiraf ediyorum- baya merak edip ikinci filme de gitmiştim. Ama ikinci filmde aşşırı baymıştım, bi ara -şu an hayal meyal hatırlıyorum- yok İtalya'ya mı ne gidiyorlardı Edward'ı kurtarmaya, oralarda ruhumu teslim etmek üzereydim. Baktım bu seri gittikçe saçmalıyor, benim de Twilight merakım sona erdi.
Bu arada "Celal Tan ve Ailesi'nin Aşırı Acıklı Hikayesi"nin bir gişe filmi olmadığının ve pek iş yapmayacağının farkındaydım ama yoğun bir promosyon vardı; başrol oyuncuları kanal kanal, program program gezip, bi sürü gazeteye röportaj verince ben belki ilgi çeker diye düşünmüştüm; fakat ilk hafta sonunda box office'te 8. sırada ve sadece 13.000 küsur kişi izlemiş.
Son olarak da, açılalı baya bir zaman geçmiş olsa da, bu hafta Billionaire Club'a gittim. Ve baya beğendim! İçerisinin tasarımını çok başarılı buldum. Cam merdivenlerle aşağı iniyorsunuz, yüksek tavanı nedeniyle oldukça ferah içerisi -ki bu beğenmemde en büyük etken- locaları, oturma yerleri falan da güzel tasarlanmış ve ışık sistemi de baya iyi. Müzik konusunda bir yorum yapamayacağım çünkü gittiğim akşam özel bir parti vardı ve DJ, mekanın DJ'i değildi, ama normalde de güzeldir diye düşünüyorum. Rotanıza alabilirsiniz.
Klip de güzel olmuş, çok güzel görüntüler var, mekan da Santorini olunca. Amaaa şarkının hüznüne aksi bir hava var klipte; Sıla hanımkızımız bronz bronz Santorini tepelerinde, sokaklarında endam ediyor. Tamam, gülüp dans etmiyor ve klip güzel olmuş ama yine de pek uymamış bence. Ama şarkıya kesin kulak verin.
Bu aralar diğer favori şarkım da Murat Boz'dan "Geri Dönüş Olsa". Ipod'umdan sürekli dinleyip, "geri dönüş olsaaa kalp sana geri dönmez miii" diye dolanıyorum, şarkının müziğini baya beğendim ki zaten şarkının müziği ve düzenlemesi Erdem Kınay'dan çıkmış, şaşırmamak lazım. Fakat klibe hiç girmiyorum, çok alakasız ve vasat olmuş.
Dün Sarah Jessica Parker'ın "I Don't Know How She Does It" filmini izledim. Eğer eğlenceli, aklınızı dağıtacağınız bir film izliyorsanız, ideal. En azından saçma salak bir film değil. Fakat doğru düzgün bir konusu da yok, sanki dizi bölümü gibi, böyle tanımlayamadığım bi saçmalığı vardı.
Filmde, Sarah Jessica Parker'ın da olmasıyla tabii böyle bi Sex and the City havası aldım. Tabii evli, çocuklu ve corporate kariyerli versiyonu. Bi de Sex and the City'nin ilk sezonunda böyle yan karakterler, sokaktan geçenler kameraya konuşurdu reality-showdaymış gibi; bu filmde de SJP'nin karakteri hakkında öyle yorum falan yapıyordu filmdeki yan karakterler vs, o açıdan da benzettim. Bir de filmdeki Momo karakterini çok sevdim, nedense böyle Momo gibi biraz çatlak, bazen soğuk tipler filmlerdeki dizilerdeki favori karakterlerim oluyor.
Twilight'ın ciddi bir fan kitlesi var Türkiye'de. Geçen hafta 450.000'e yakın bilet satılmış, baya şaşırttı beni. Yani biliyordum Twilight delisi kitleyi ama bir haftada 500.000'lik rakam yakalatacak bir kitle beklemiyordum. Benim ise ilgimi çekmiyor bu seri. Aslında ilk filmi baya beğenmiştim hatta ilk kitabı da almıştım (gerçi yarısında bayıp bırakmıştım) ve -evet itiraf ediyorum- baya merak edip ikinci filme de gitmiştim. Ama ikinci filmde aşşırı baymıştım, bi ara -şu an hayal meyal hatırlıyorum- yok İtalya'ya mı ne gidiyorlardı Edward'ı kurtarmaya, oralarda ruhumu teslim etmek üzereydim. Baktım bu seri gittikçe saçmalıyor, benim de Twilight merakım sona erdi.
Bu arada "Celal Tan ve Ailesi'nin Aşırı Acıklı Hikayesi"nin bir gişe filmi olmadığının ve pek iş yapmayacağının farkındaydım ama yoğun bir promosyon vardı; başrol oyuncuları kanal kanal, program program gezip, bi sürü gazeteye röportaj verince ben belki ilgi çeker diye düşünmüştüm; fakat ilk hafta sonunda box office'te 8. sırada ve sadece 13.000 küsur kişi izlemiş.
![]() |
Film, Altın Koza'dan "En İyi Film" dahil birçok ödülle döndü. |
Son olarak da, açılalı baya bir zaman geçmiş olsa da, bu hafta Billionaire Club'a gittim. Ve baya beğendim! İçerisinin tasarımını çok başarılı buldum. Cam merdivenlerle aşağı iniyorsunuz, yüksek tavanı nedeniyle oldukça ferah içerisi -ki bu beğenmemde en büyük etken- locaları, oturma yerleri falan da güzel tasarlanmış ve ışık sistemi de baya iyi. Müzik konusunda bir yorum yapamayacağım çünkü gittiğim akşam özel bir parti vardı ve DJ, mekanın DJ'i değildi, ama normalde de güzeldir diye düşünüyorum. Rotanıza alabilirsiniz.
Etiketler:
Billionaire Club,
Box Office,
Erdem Kınay,
Ezgi Mola,
Gece Hayatı,
KlipAnaliz,
Murat Boz,
Müzik,
Santorini,
Sarah Jessica Parker,
Sıla,
Sinema,
Twilight
18 Kasım 2011 Cuma
Türk sineması yeni starını mı buldu?
Ezgi Mola şimdilik çok fazla bilinmeyen bir oyuncu -ya da benim çevremde pek bilen yok- ama bence bilenler çok seviyor ve de gitgide tanınırlığı artıyor. Benim de en sevdiğim oyunculardan biri ama hiçbir dizisini veya filmini izlemiş de değilim ilginç bir şekilde hahah. Niye öyle mi diyorsunuz?
Zaten dizi olarak Canım Ailem ve Senden Başka var bildiğim, bir de yıllar evvel Türkan Şoray'la oynadığı "Hayatımın Kadınısın" adlı sinema filmi varmış. Hiçbirini izlememiştim açıkçası. Ben Ezgi Mola'yı ilk olarak facebook'ta geçen yıl "Ezgi Mola Videoları" hesabından paylaşmaya başladığı komik videolarla ve de twitter'daki hesabını takipleyerek tanıdım.

Şimdi buraya tek tek videoları koyamayacağım ama siz şuradan şöyle bir bakın: Ezgi Mola TV (özellikle ilk başlardaki videolar çok iyi)
Aynı şekilde twitter'da da kendisi cidden o kadar komik ve doğal bir tavır sergiliyor ki; insanın "kanka olmak istediği ünlüler" veya "tanışmak istediği ünlüler" listelerine birinci sıradan falan giriveriyor. Kendine ket vurmadan saçmalayabiliyor mesela Oscar gecesi Angelina Jolie ile birlikteymiş gibi attığı komik ötesi tweetleri öyle her oyuncu rahatlıkla atamaz, bu kadar rahat davranamaz gibi geliyor.
Geçen yıl bol bol boş oturmuştu fark ettiğim kadarıyla, twitter'da sabahlıyordu falan ama artık bu komik hali ve doğallığıyla dikkatleri mi çekti, ya da bu yaz şansı mı açıldı artık yeteneği keşfedildi mi ne olduysa; diziler filmler derken bu sezon tam 4 sinema filmi ve bir dizi ile müthiş bir çıkış yaptı.
![]() |
Afiş, çok "Hollywoody" olmamış mı? |
Kendisi bir de 15 kilo vermiş, maşallah bu ara hangi gazeteyi açsam bir röportajına veya TV'de bir programda rastlıyorum. Bugün Onur Ünlü'nün Altın Koza'dan bol ödüllü "Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi" vizyona girdi, Pazartesi günü de Mert Fırat'la oynadığı yeni dizisi "Bir Ömür Yetmez" Star TV'de başlayacakmış. Valla ben de merakımdan Pazartesi dizilerine bakacağım. :)
![]() |
Dizide Özkan Uğur ve Lale Mansur da oynuyor. |
Bu arada Mert Fırat da Ezgi Mola'nın erkek versiyonu diyebilirim bu konuda. O da bu sıralar oldukça yükselişte. O da bir sürü film ile geliyor, o da gazete ve televizyonlarda sürekli bir yerde çıkıyor. "Yolları açık olsun, hem çok yetenekliler hem de bence gerçekten hak ediyorlar her ikisi de başarıyı.
Siz de Ezgi Mola'yı da Mert Fırat'ı da takibinize alın, bu iki ismi de çok daha sık duyacaksınız artık.
1 Kasım 2011 Salı
Paris'e hayran bırakan film: Midnight in Paris
Woody Allen aynısını Vicky Christina Barcelona'da da yapmıştı, filmi izlerken hayran hayran Barselona'nın her bir yanına bakıyordunuz ve film bitiminde Barselona'ya aşık olmuş bir şekilde filmden ayrılıyordunuz.
Ki ben birkaç kez Barselona'ya gitmiş olmama rağmen filmi izledikten sonra resmen başka bir şekilde hayran kalmıştım şehre!
Aynı şey Midnight in Paris'te de başınıza geliyor! Paris alttan alta film boyunca hayran bırakacak şekilde gösteriliyor, diyaloglarla bu hayran kalma olayı da işleniyor. Resmen film boyunca bir yandan Paris güzellemesi yapılıyor!
Film bitti ve ben yine "Paris!" diye kalakaldım. Woody Allen bir şehri nasıl iyi göstereceğini biliyor cidden. Keşke İstanbul'da da geçen bir film çekse!
Film hakkında pek bir şey söylemedim ama film de çok güzel, ben bayıldım. Hikaye ve konu aslında yeni olmayan bir konu ama çok özgün bir şekilde işlenmiş ve filmi merakla izliyorsunuz. Sadece finalini sevemedim filmin çünkü bana çok havada kalmış geldi. Bir de Owen Wilson'ın kitabınının akıbetini merak ettim. :)
Oyunculuk falan zaten süper ama bir özel teşekkür de görüntü yönetmenine gitmeli; filmin renk tonları çok güzeldi. Zaten tamamı da güzel, o yüzden kaçırmadan gidin derim Midnight in Paris'e. ;)
![]() |
Filmin bir de konuk oyuncusu var hem de: Carla Bruni! |
Etiketler:
Midnight in Paris,
Paris,
Sinema,
Woody Allen
23 Ekim 2011 Pazar
Türk Pasaportu vizyonda!
2. Dünya Savaşı'nda Avrupa'da görevdeki Türk Diplomatların, Nazi zulmünden kaçmalarına yardım ettiği Yahudilerin Türkiye'ye gelişini anlatan Türk Pasaportu adlı belgesel cuma günü vizyona girmiş!
Birkaç ay önce bu film hakkında bi yerde okumuştum ve oldukça ilginç gelmişti, hatta sanırım HaberTürk'te de kurtulanlardan yaşlı bir beyefendi ile bir röportaj vardı orada da izlemiştim ve oldukça merak ediyordum.
1943 ve 1944 yıllarında Türk diplomatların girişimleriyle organize edilen trenlerle, Paris’ten yola çıkan Türk asıllı Musevilerin umuda yolculuğu tüm Nazi Avrupasını geçerek İstanbul'a ulaşmaları, ve toplam 14 tren yolculuğu ile 1.500’ün üzerinde Türk asıllı Musevi’nin kurtuluş öyküleri anlatılıyor belgeselde.
Filmin ilk gösterimi 64. Cannes Film Festivali’nde gerçekleştirilmiş, Colorado’da yapılan Moondance Uluslarası Film Festivali’nde “En İyi Belgesel” ödülü, California Yosemite Uluslararası Film Festivali “En İyi Belgesel” dalında John Muir ödülününü almış. “Türk Pasaportu” ayrıca, Lucerne Uluslararası Film Festivali tarafından “Show Case”e seçilmiş.
İlk olarak Ayşe Kulin'in "Nefes Nefese" kitabında öğrenmiştim Türk Diplomatların yardımlarını ve bu yardımları daha önce bilmediğim için çok ilgimi çekmişti bu nedenle filmi de çok merak ettim!
Belgeselin fragmanı:
Birkaç ay önce bu film hakkında bi yerde okumuştum ve oldukça ilginç gelmişti, hatta sanırım HaberTürk'te de kurtulanlardan yaşlı bir beyefendi ile bir röportaj vardı orada da izlemiştim ve oldukça merak ediyordum.
1943 ve 1944 yıllarında Türk diplomatların girişimleriyle organize edilen trenlerle, Paris’ten yola çıkan Türk asıllı Musevilerin umuda yolculuğu tüm Nazi Avrupasını geçerek İstanbul'a ulaşmaları, ve toplam 14 tren yolculuğu ile 1.500’ün üzerinde Türk asıllı Musevi’nin kurtuluş öyküleri anlatılıyor belgeselde.
Filmin ilk gösterimi 64. Cannes Film Festivali’nde gerçekleştirilmiş, Colorado’da yapılan Moondance Uluslarası Film Festivali’nde “En İyi Belgesel” ödülü, California Yosemite Uluslararası Film Festivali “En İyi Belgesel” dalında John Muir ödülününü almış. “Türk Pasaportu” ayrıca, Lucerne Uluslararası Film Festivali tarafından “Show Case”e seçilmiş.
İlk olarak Ayşe Kulin'in "Nefes Nefese" kitabında öğrenmiştim Türk Diplomatların yardımlarını ve bu yardımları daha önce bilmediğim için çok ilgimi çekmişti bu nedenle filmi de çok merak ettim!
Belgeselin fragmanı:
9 Ekim 2011 Pazar
Aklıma takılanlar
"The Sweetest Thing" adlı 2002 yapımı filmi izliyordum geçen gün, fark ettim ki nasıl 90'lı yılların filmlerinde bir komedi anlayışı varsa aynı şey 2000'li yıllar (yani 2000-2010) için de geçerli. Yapılan espriler, olaylar; artık kanıksadığımız, alıştığımız şeyler veya o zaman için farklı/sıradışı/iddialı olabilecek espriler vs. günümüz için sıradan olabiliyor. Aynı şekilde 2002 yapımı olmasına rağmen kıyafet, saç direkt 2002 tarihli olduğunu belli ediyor; ki çok eski gelmese de neresinden baksak bir 10 yıl olmuş.
Tabii bu yorumumda filmin vasatlığı da biraz etkili olabilir. :)
16 Mayıs 2010 Pazar
Selvi Boylum Al Yazmalım - 33 Yıl Sonra Yeniden
Türk sinemasındaki sayılı başyapıtlardan Selvi Boylum Al Yazmalım bu Cuma itibariyle ,yenilenmiş&restore edilmiş kopyasıyla, yıllar sonra yeniden vizyona girdi. Bence bu filmi sinemada izleme şansını kaçırmayın ve film vizyondan kalkmadan en acilinden gidin izleyin! Filmin konusunu her yerde bulabilirsiniz zaten ama film hakkında bilgisi olmayanlar kısa not: Film, ünlü edebiyatçı Cengiz Aytmatov'un romanından uyarlanmış, Atıf Yılmaz tarafından yönetilmiş, başrollerde ise Türkan Şoray ve Kadir İnanır var. Eğer sinemada kaçırsanız bile en azından sonradan DVD'den falan bir şekilde izleyin. It's a must!
Aşağıdaki linkte de filmin restorasyonu ile ilgili 1977 ve 2010 versiyonlarının karşılaştırmalı videosu var belki ilginizi çeker:
http://www.vimeo.com/11377590
Etiketler:
Atıf Yılmaz,
Cengiz Aytmatov,
Kadir İnanır,
Selvi Boylum Al Yazmalım,
Sinema,
Türkan Şoray
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)