Yurtdışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yurtdışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Haziran 2012 Salı

Sevimli Ortaçağ kasabası St.Paul!



Saint-Paul-de-Vence, küçücük bir Ortaçağ kasabası. Gerçek anlamda küçücük! Toplam bi 30 hadi maksimum 60 dakikada tüm sokaklarını dolanabilirsiniz. Yollar daracık, araba falan geçmesinin imkanı yok. Yerler taşlarla kaplı, evlerin hepsi taş evler ve her köşede başka bir çiçek var, yaseminler, begonviller ve adını bilmediğim bir sürü çiçekler. Zaten insan yürürken her yerden buram buram çiçek kokusu geliyor. Ayrıca evlerin renkli renkli panjurlarıyla da aşırı renkli bir ortam oluşturuyor. Yani "Ortaçağ kasabası" deyince aklınıza kasvet geliyorsa unutun, burada kasvetin k'si yok. :) Sokaklar daracık daracık, köy bir tepenin üzerinde kurulu olduğundan yer yer taş merdivenler, yokuşlar da var yani fotoğraf manyakları için de tam çıldırmalık bir yer burası!


Ama her sokak bir süre sonra birbirini andırıyor fakat buranın bir hoşluğu da sokakların kıvrım kıvrım olması, yol bitiyor zannederken bir anda başka bir yol çıkıveriyor insanın karşısına. Oradan sağa, şuradan sola derken küçük köyü tamamlamış oluyorsunuz. :)

Bu arada köyün her yanı ama her yanı sanat galerileriyle dolu! Açıkçası hiç böyle bir şey beklemiyordum! Köyde hediyelik eşya dükkanı bile iki üç tane ama galeri gani gani, bu da ayrı ve sanatsal bir hava katıyor aslında. Herhalde bu yönüyle de ön plana çıkarmak istemişler.

sıra sıra galeriler köyü kaplamış

4 Haziran 2012 Pazartesi

Dünyanın parfüm başkentine hoşgeldiniz

Eğer Güney Fransa'ya kadar geldiyseniz ve Cannes'da da zaman geçirecekseniz o zaman Grasse'ı da rotanıza almanız şart!

Grasse neresi mi? Duymamış olabilirsiniz, çok şaşırtıcı değil. Ben de duymamıştım ama meğer baya önemli bir yeri varmış. Dünya parfüm üretiminin tam yüzde 60'ı burada gerçekleşiyormuş! Yani parfümün başkenti denebilir. Zaten maşallah Fransa'nın her köşesinden bir şeyler pörtlüyor, her yer bir şeyin kökeni ya da en çok bıdıldığı yer falan çıkabiliyor (konyak, şampanya, limuzin, krem şanti vs vs. liste uzun)

Güney Fransa'daki yani tüm şehirler ve kasabalar gibi burada da bir old town kısmı var; evler yine yöreye hakim İtalyan tarzına yakın, sarı kırmızı tonlarında pudra pudra takılıyorlar. Daracık sokaklar ve merdivenler burada da bol bol mevcut. Bu açıdan pek bir farkı yok Nice'ten, Cannes'dan veya Menton gibi daha küçükçelerden. Tabii Grasse'ın Cote d'Azur-Provence bölgesindeki Pronvence kısmında olması, yani deniz kenarında olmayıp içeri tarafta hatta dağlarda olması farklı bir hava veriyor.

Grasse'ta bir meydan

Zaten burada eski şehir kısmı önemli olan nokta değil (her şehre aynı şeyi diyor gibi oldum Cannes'da da festivale bakın şehri sallayın demiştim ama öyle değil, bekleyin :)) Burada önemli olan buranın parfüm özelliği. Bir sürü parfüm fabrikası ve de müzesi var ve burada bir parfüm müzesi turu yapıp, gündelik hayatımızın bir parçası, moda ve lüks ürünlerin bir kanadı olan parfümlerin nasıl yapıldığını yerinde görmek çok ilginç ve hoş.


Gelelim parfüm yapımının inceliklerine

Müze olarak International Parfum Müzesi de var, çeşitli firmaların kendi müzeleri de var. Benim önerim ise Fragonard Müzesi olacak. Bu kasabadan çıkma ünlü ressam Fragonard'dan adını alan bu parfüm markası/fabrikasının müzesi oldukça kapsamlı. En şaşırtıcı olan ise tamamen ücretsiz olması!

3 katlı müzede parfüm ve yapımıyla ilgili her şey var ve hatta her 20-25 dakikada bir yine ücretsiz rehberli turlar da yapılıyor. Burada da parfümün nasıl yapıldığını aşama aşama görüyoruz, öğreniyoruz. Buyrun gezdireyim ben de sizi fotoğraflarla :)

31 Mayıs 2012 Perşembe

Cannes hakkında diğer şeyler



Cannes'ın asıl olayı film festivali dedim (buradan okuyadalın henüz okumadıysanız :)) pekiii tarihi kısmı nasıl, Cannes şehir olarak nasıl?


Valla tarihi kısmı -yani eski Cannes- bu kıyıdaki şehirlere çok benziyor. Zaten hepsinde mimaride bi İtalyan havası hakim; sarı-kırmızı-pudra renklerde evler, balkonlar, daracık sokaklar falan filan... Cannes, Güney Fransa'nın tarihi tadını çıkarmanın en iyi yeri değil. Buranın olayı festivali, lüks yaşamı, şatafatı, beach clubları, kumsalları vs vs.


Nasıl gezmeli?

Tren ile geldiyseniz (ki en mantıklı seçim) tren garı tüm Fransız şehirlerinde olduğu gibi burada da şehrin en merkezinde hatta burada baya bi merkezinde. Öyle ki; gardan inin, bir sokak aşağı yürüyün, H&M, Gap vs gibi daha uygun bütçeli veya mass market mağazaların bulunduğu caddeye iniyorsunuz. Bir sokak daha aşağı inince ta-daaa karşınızda film festivalinin de yapıldığı Palais des Congres (Kongre Sarayı)! Hemen sol tarafta lüks butiklerin, high end moda markalarının sıra sıra dizelendiği Boulevard de la Croisette, sağdan yürüyünce de marina ve eski şehir.

Gardan inip doğru yürüyünce Palais des Congres'ye çıkıyorsunuz.

Gezmek için önce sağdan devam edin derim. Marinayı görüp, hatıra fotoları çekinip eski şehre doğru yol alın. Zaten eski şehir kısmı küçücük, hemen dolanıverirsiniz. Orayı dolandıktan sonra da artık rıhtımındaki restaurantlarda şarabınızı mı yudumlarsınız, balığınızı mı yersiniz, bir tatlı yiyip yola devam mı edersiniz orası size kalmış.

Marina

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Merhaba, Cannes Film Festivali'nden bildiriyorum!!




Cannes: Festival turizmi nedirin örneği!

Her yer aşırı kalabalık, aşırı canlı, her milletten gazeteci var insanların çocuğunun boynunda press kartları, her milletten turist var ve de Paris Moda Haftası sırasında millet nasıl aşırı şık ve tarz idiyse, burada da herkes bi ayrı özenli, havalı havalı yürüyor sokaklarda. Her köşe başından bir ünlü çıkabilir havasında -ki çıkıyor da! Ama bunu daha sonra anlatacağım, hem heyecan olsun :)

Öncelikle dediğim gibi herkes aşırı şık! Basınla festivalle alakası olmayan normal gezmeye gelen insanlar bile (ki artık Avrupa'nın mı Fransa'nın mı dünyanın mı bilemeyeceğim ama zengin ve üst kesimden festival nedeniyle Cannes'a gelen çok insan varmış) çok stil, tarz, özenli vs. hatta az sonra galaya girseler, kırmızı halıda salınsalar olur; kimse fark etmez bile.


Cannes da zaten zenginlere oldukça hitap ediyor; mesela deniz kenarındaki uzuuun cadde Boulevard de la Croisette'te zaten sıra sıra en lüks markalar var, ne ararsanız ama! Ben mesela daha önce hiç Vertu mağazası görmemiştim, ilk burada gördüm. D&G, Prada, Cavalli vs vs. yani siz içinizden devamını getirin onlar var zaten orada.
Aynı caddede bir sürü brasserie ve restaurant da var ve en uygun fiyatlısı bile yine de pek uygun kalmıyor. Mesela en uygunlarında bile ana yemekler 20 euro'dan başlıyor. Buradaki kafelerde ünlü isimleri yakalayabilirsiniz ;)


Deniz kenarı kısmına geçerseniz plajın yanında beach clublar var. Mesela meşhur Nikki Beach gibi, yine baya meşhur olan Baoli gibi. Buralarda festival zamanı hep özel partiler olmuş, kapıda güvenlik kuş uçurtmuyordu. Bu mekanlar tam bizim Türkbükü beachleri tarzında ama bir tık daha üstü, baya high society.

Vee geleyim asıl bombalara, hani yazının başında azzzz sonra yapmıştım işte geliyor!! Croisette'te yürürken sıradan bir apartmandan Alec Baldwin çıkıverdi!! Ben anlamadım başta çünkü saçlarını boyatmış ama cidden oydu! Uzun süre eblek eblek algılamak için baktım, adam gülümseyip poz verdi fotoğrafa! "Can we take a photo" diye sormayı da ihmal etmedim tabii ama "Sorry, I am already late for a screening but thank you" dedi ve gitti Alec Baldwin. Valla hiç böyle bir cevap vermesini beklemiyordum haha.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Farklı bir Starbucks

Herhalde dünyanın en kendine has ve farklı ve de ilginç Starbucks şubesi, bu Tokyo'daki Starbucks olmalı. Fotoğrafları gördüm ve çok şaşırdım, çok ilginç ve hoş geldi, siz ne düşünüyorsunuz? :)

tokyo, starbucks, tokyo starbucks, tasarım starbucks

tokyo, starbucks, tokyo starbucks, tasarım starbucks

15 Temmuz 2011 Cuma

Mikonos'u Onur Baştürk'le gezmeye ne dersin?

veyaaa Küba'yı Ayhan Sicimoğlu'yla gezmek ister misin? O nasıl olacak mı diyorsun? More Travel adlı turizm şirketi "temalı yurtdışı turları" düzenlemeye başlamış. Tesadüfen internette gördüm ve ilk kez haberim oldu böyle temalı turların olduğundan.
Şu anda More Travel'ın beş tane tur programı bulunuyor: Onur Baştürk ile Mikonos, Ayhan Sicimoğlu ile Küba, Buket Uzuner ile New York, Savaş Karakaş ile Malezya ve Serra Yılmaz ile İtalya. Mikonos turu haricindekiler birer hafta gibi sürüyormuş ve kişi başı 3000-4000 euro arası değişiyor. Ki bu normal bir İtalya turuna göre elbette daha pahalı. Ama orayı gerçekten iyi bilen (mesela Serra Yılmaz ve İtalya) biriyle gezmenin keyfi hele ki Serra Yılmaz veya Ayhan Sicimoğlu gibi bir isimle oraları keşfetmenin apayrı bir zevki ve farkı olmalı. Gerçi şöyle bir handikap var: bu isimlerin rehberlik skillerinin nasıl olduğu çünkü bir insanın sadece o yeri çok iyi bilmesi yetmiyor, insan ilişkileri iyi olmalı ve çıkabilecek sorunlar karşısında serinkanlı olabilmeli. Bu turlara katılacak birinin ağzından yorumlarını dinlemek isterdim açıkçası. Acaba giden var mı? :)


İlginizi çektiyse programları şuradan inceleyebilirsiniz: More Travel